Yeri ve Kuruluş Öyküsü
Kubadâbâd,
Selçuklular zamanında, Beyşehir Gölü’nün batı yakasında, eski adı Hoyran köyü olan
ve bugün idarî yönden Beyşehir’in bir mahallesi haline gelmiş bulunan
Gölyaka’nın sınırları içinde kurulmuş bir kenttir. Daha çok aynı adı taşıyan
sarayı ile tanınır. Sarayın kalıntıları, anılan yerleşim yerinin 3 km kuzeyindeki
Tol ya da Tolören denilen yerde bulunmaktadır.
Kubadâbâd
Saray Külliyesi ve kenti, Konya ile kışları geçirdiği Antalya ve Alanya arasında
yaptığı yolculuklarda konaklamak amacıyla Selçuklu
Sultanı I. Alaaddin Keykubad (1220-1236) tarafından kurulmuştur (Konyalı,
1991: 168). Onun adıyla ilintili olarak Kubadâbâd denmiştir. Kubad, Keykubat
adının ikinci kısmı olup adaleti yerine getiren, hak dağıtan, hak ve adalet
sahibi; Kubadâbâd ise kubadyeri, kubadsahrası, kubadın şenlendirdiği, mâmur
ettiği yer anlamına gelmektedir (Konyalı, 1991: 169).
Alaaddin
Keykubad, 1227 yılında, Erzincan havalisinde hüküm süren Mengücek Hükümdarı
Dâvûd-şâh ile Kayseri’de bir saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra, Akdeniz
sahillerine doğru hareket etti. Yolda Beyşehir Gölü üzerinde çok hoşlandığı bir
yerde yine kendi adına Kubadâbâd Sarayı’nın yapımına başlanmasını emretti (Turan, 2016: 375; Oral, 1953: 179). XIII. yüzyılda yaşamış İranlı tarihçi İbn
Bîbî’nin Selçuknâme adlı eserinde bu
olayla ilgili şu satırlar yer almaktadır:
“Sultan
[Kayseri’den hareketle], Hz. Süleyman (a.s.) gibi, soylu atının üstünde hızla
yol alarak başkenti [Konya] geçtikten
sonra Egrinas gezinti yerine vardı. Orada cennetten daha güzel bir yer gördü.
Ve o zaman av emiri ve mimar olan Sâdettin Köpek’e orada güzellikte cenneti
andıracak ve ferahlıkta Seder ve Havarnak’ı [Sasani Hükümdarı Behram Gur’un,
Irak’ta Fırat kenarındaki Hira kenti yakınlarındaki efsanevî sarayları] unutturacak
bir saray yapmasını emretti. Sultan, düşüncesine göre sarayın bir planını çizdi
ve özelliklerini belirtti. Sâdettin Köpek, emir gereğince az zamanda güzel ve
iç açıcı manzaralara sahip, ömür uzatan köşklerle o mahalli süsledi ve yapım
emrini yerine getirdi.” (İbn Bîbî, 2010: 110).
Alaaddin
Keykubad, kışı Akdeniz sahillerinde geçirip, 1228 senesi baharında Erzincan
Seferi için Konya ve Kayseri’ye dönerken yolda Kubadâbâd’a uğradı. İnşaatın tamamlandığını
gördü ve çok beğendi (Turan, 2016: 417).
Kubadâbâd Sarayı
Kubadâbâd
Sarayı, kurucusu Alaaddin Keykubat’dan başka II. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II.
İzzeddin Keykâvus tarafından da kullanılmıştır. Ancak parlak zamanları uzun
sürmemiş, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çözülme süreciyle birlikte ikbali sönmüş
ve Eşrefoğlu Süleyman Bey’in Beyşehir’i kurmasıyla (1300) birlikte de önemini tamamen
yitirmiştir. (“Kubadâbâd.”) Hatta zamanla yeri bile unutulmuştur. Kubadâbâd'ın unutulan yeri, İbrahim
Hakkı Konyalı ve Prof. Dr. Osman Turan'ın onun Beyşehir civarında olması
gerektiğine işaret etmeleri üzerine, ancak 1949 yılında, Konya Müze Müdürü Zeki Oral tarafından bulunmuştur (Aydın, 2001: 43). Daha sonra Zeki Oral, Prof. Dr. Katharina Otto-dorn ve Mehmet
Önder tarfından kısa süreli kazı çalışmaları yapılmış ise de asıl sistemli
kazılar, 1980’den sonra, Prof. Dr. Rüçhan Arık tarafından başlatılarak günümüze kadar sürdürülmüştür.
Saray, 5200 m2’si kıyıda, 3000 m2’si
Kız Kulesi Adası’nda olmak üzere 8200 m2’lik bir alana yayılmıştır.
Yapılan kazılarla sarayın
ana birimleri ortaya çıkarılmıştır. Saray külliyesinin kıyıdaki esas kısmı, kısmen
ayakta duran duvarları ve tonozlarıyla diğerlerinden ayrılan biri büyük biri
küçük iki saray ile cami, hamam, fırın, mutfak, depo, asker barınakları, büyük bir av parkı ve göl kenarındaki iki
bölümlü bir kayıkhaneden oluşmaktadır. Büyük sarayda kabul ve taht salonları yer
almaktadır. “İbn Bîbî'ye göre taht salonu kabul salonuna açılmaktaydı ve
aralarında, törenler sırasında sultanı topluluktan ayırmak üzere icabında
çekilebilen bir perde bulunuyordu.” (Uğurlu, 2002:299).
|
Kubadâbâd Sarayı |
Külliyenin Kız Kulesi Adası’ndaki kısmı ise haremlik ve
tersaneden ibarettir.
|
Kız Kulesi Adası |
Kazılarda bulunan ve halen Konya’daki Çini Eserleri
Müzesi’nde sergilenen çiniler, sarayın özenle bezenmiş olduğunu göstermektedirler.
Taht salonu ve
odaların duvarlarının, 2 m. yüksekliğe dek çinilerle kaplandığı
anlaşılmaktadır. Bu çiniler üzerinde, Türk usulü bağdaş kurarak oturan sultan
ve maiyeti, av partisi ve içki meclisi sahneleri ile çeşitli hayvan ve
mitolojik yaratık resimleri yer almaktadır (Uğurlu, 2002: 300).
Kubadâbâd Saray Külliyesi, günümüze ulaşabilmiş planı
bilinen tek Selçuklu sarayı olup Topkapı, Edirne, hatta Yıldız gibi Osmanlı saraylarına
mimari açıdan örnek oluşturmuştur.
Kubadâbâd
Kenti
Kubadâbâd Saray’ının çevresinde aynı isimle anılan bir kent
oluşmuştur. Zeki Oral’nın 1949 yılında Kürtler (Pınarbaşı) köyü camisinin
kapısı üzerinde gördüğü altı satırlık yazıtta, “Bu mescit sultanların yücesi Keyhüsrev oğlu Alaaddin
Keykubad’ın -Tanrı sultanlığını sürekli kılsın- devletli günlerinde, kulların
zayıfı ve Kubadâbâd Valisi olan Bedreddin Sutaş tarafından 633 hicri [1235 miladi]
yılı ramazan ayında yapıldı.” denilmektedir (Oral, 1953: 176).. Kubadâbâd harabelerinden
getirilip Kürtler köyündeki mescidin kapısının üzerine konulan bu yazıt,
Kubadâbâd’ın 1235 yılında vilâyet merkezi olduğunu göstermektedir. Konyalı’ya (1991:
181) göre Kubadâbâd vilâyeti, Osmanlı Dönemi’ndeki Yenişehir nahiyesinin ya da aşağı
yukarı şimdiki Yenişar’ın kapladığı alandan ibaretti. Oral’a (1953: 179) göre
ise Kubadâbâd, Gurgurum’un yerini almıştı; zira Gurgurum ve Kubadâbâd ayrı
ayrı vilâyet merkezi olamayacak kadar birbirine yakın idiler. Gurgurum, Anadolu Selçuklularının önemli bir vilâyeti idi (Erdoğru, 2006: 77). Kubadâbâd, onun sınırları içinde
kurulmuştu. Gurgurum vilâyetinin merkezi de, o zamanki adı yine Gurgurum olan, bugün
Beyşehir’in bir mahallesi durumundaki Gökçimen’di.
Selçuklu
Devleti’nin çöküşüyle birlikte Kubadâbad Sarayı gibi Kubadâbâd kentinin de
ikbali sönmüş, gittikçe küçülerek köy haline gelmiş ve Şehirköy adını almıştır.
“Muma [Gölkonak] köyünde bulunan 1714 tarihli hüccet-i şer’iyede Şehirköyü
adıyla meskûn bir yer olduğu anlaşılan Kubadâbâd’ın son mahallesi de o yıllarda
dağılmıştır. O halde Kubadâbâd’ın 1227-1727 yılları arasında yaşadığı kabul
edebilebilir.” (Oral, 1953: 179).
Kubadâbâd’da
Geçen Bazı Olaylar
Kubadâbâd’da
yaşanmış ve tarihe geçmiş olaylardan en önemlisi, aynı zamanda Kubadâbâd Sarayı’nın
mimarı olan Vezir Sâdeddin Köpek’in orada öldürülmüş olmasıdır. Saadettin Köpek,
kendisine rakip olabilecek değerli ve deneyimli ne kadar devlet adamı varsa
hepsini ortadan kaldırmaya çalıştı. Atabey
Şemseddin Altun-aba, Vezir Tâceddin Pervâne, Saltanat Naibi Kemâleddin Kâmyâr
gibi önemli devlet adamlarını öldürttü ve Hüsâmeddin Kaymerî, Celâleddin
Karatay gibi devlet adamlarını da görevlerinden uzaklaştırttı (Kesik, 2008:
392-393). Ayrıca, Selçuklu soyundan geldiğini ileri sürerek saltanat üzerinde
hak iddia ediyordu (Konyalı, 1991: 173). Bu durumdan endişelenen Sutan II. Gıyâseddin Keyhüsrev, oldukça usturuplu
hazırlanmış bir planla onu Kubadâbâd Sarayı’nda öldürttü ve cesedini demir
kafes içinde yüksek bir yere astırarak halka teşhir ettirdi (İbn Bîbî, 2010: 160-161).88 “Sumeysat Seferi’den
hemen sonra cereyan ettiği için bu olay 1238 yılında vuku bulmuş olmalıdır.”
(Turan, 2016: 433).
Selçuklu
sultanlarının Kubadâbâd’a yaptıkları ziyaretlerden bazıları da tarihi olaylarla
bağlantılıdır. Şöyle ki:
-Sultan Keykubad, Mengücek
Hükümdarı Dâvûd-şâh’ın sözünde durmayarak Selçuklu Devleti’ne saldırı hazırlıkları
içine girdiği haberini alınca sahillerden ayrıldı. Önce Kubâd-âbâd’a uğrayıp
inşaatı inceledi. Daha sonra Kayseri’ye varıp sefere girişti (1228) (Turan,
2016: 376).
-Sultan
Alaaddin, Saltuk-ili’ni (Erzurum ve havalisi) 1230 senesinde fethettikten sonra
Kayseri’ye döndü ve oradan süratle Alâiye’ye vardı; oradan da Antalya ve Kubâd-âbâd’a geçti. Halîfeden ve Eyyûbi hükümdarlarından
gelen elçilerin ve emirlerin tebriklerini kabul etti (Turan, 2016: 394-395).
-Alaaddin
Keykubad, Moğolların ardından gönderdiği Kemâleddin Kâmyâr’ı ve ordunun
akibetini endişe ile beklerken, Kâmyâr ve Çavlı’nın, bu münasebetle Gürcistan’a
girdiklerini, zafer ve ganimetle döndüklerini öğrendi, çok memnun oldu.Kemâleddin
Kâmyâr’ı Kubadâbâd’da kabul ettikten sonra Antalya ve Alâiye’ye hareket etti
(1232) (Turan, 2016: 396).
-Sultan
II.Gıyâseddin Keyhüsrev, Baba İshak Ayaklanması sırasında dehşete kapılıp
Kubadâbâd’a kaçtı ve orada bir adaya [Kız Kulesi] sığındı (1240) (Turan, 2016:
442-443).
-II.İzzeddin
Keykâvus ve Rükneddin Kılıç Arslan, Mengü Kaan ve Hülâgü’nün yarlık (ferman) ve
kararlarına göre Selçuklu Devleti’ni aralarında paylaşıp saltanat kavgalarına
son verdikten sonra (1259), İzzeddin Keykâvus Hristiyan dayıları ile Konya’yı
bırakıp önce Kubadâbâd’a, sonra da Antalya’ya gidip eğlenceye daldı (1261).
(Turan, 2016: 511)
Kubadâbâd'ın Başkentliği Meselesi
Aksarâyî’nin Müsâmeretü'l-Ahbar
adlı eserinde I. Kılıç Arslan zamanında pâyitahtın Konya olduğu, keza II.
İzzeddin Keykâvus’un da Konya’yı merkez kabul ettiği, IV. Kılıç Arslan’nın ise
saltanat merkezi olarak Tokat’ı seçtiği belirtilmiştir (Taneri, 1966:
137). Bununla beraber, Selçuklu
sultanlarının Anadolu'nun başlıca şehirlerinde tahtları vardı ve sultanlar
geçici veya devamlı olarak Konya'dan ayrılıp seçtikleri bir şehirde ikamet
edebiliyorlardı (Taneri, 1966: 137).
Örneğin, II. İzzeddin Keykâvus, bir müddet için Konya'yı bırakıp
Antalya'da oturmuştu. I. Alaaddin Keykubad da yazları Konya, Kayseri ve
Sivas'da, kışları ise Antalya ve Alâiye'de kalıyordu. İlkbahar ve sonbaharda Orta
Anadolu ile sahiller arasında yaptığı yolculuklarda da bir süre Kubadâbâd’da ikamet
ediyordu.
Bilal Eyüboğlu (1979: 23), Dünden Bugüne Beyşehir adlı kitabında, Kubadâbâd’dan, “Selçuklulara
bir süre ikinci başkentlik etmiş” bir kent olarak söz etmektedir. Yöre halkı da
Kubadâbâd’a bu gözle bakmaktadır. Ancak, temel kaynaklarda Kubadâbâd’ın başkent
olduğuna dair açık bir ifade yoktur. Buna rağmen, Kubadâbâd, sultanlar için sadece
bir konaklama yeri değil, yukarıda da görüldüğü gibi geçici sürelerle de olsa
devlet işlerinin yürütüldüğü, elçilerin kabul edildiği bir yer olmuştur. Zaten
kuruluşunda bir idare merkezi olacak şekilde tasarlanmıştır. Sultan için büyük
saray, vezir için küçük saray ve devlet erkânı için köşkler yapılmıştır.
Konyalı’nın (1991: 175) belirttiği gibi, Sultan Keykubat, Eğrinas’ta yapılacak
saray ve kasr yerlerini planlamış, zengin emirlerinin burayı saraylarla, bağ ve
bahçelerle süslemelerini emretmiştir. Nitekim günümüze kadar gelen saray ve
köşk kalıntıları bu iddiayı doğrular niteliktedir. Malanda’da, Kilise ve Eşek
adalarında çinilerle süslü muhteşem saray ve köşk kalıntıları tespit
edilmiştir.
Aslında başkent yeni bir kelimedir. Başkent sözcüğünün
Selçuklular zamanındaki karşılıklarından biri pâyitahttır. Farsça aslı “pây-i
taht” olan bu sözcük, “tahtın ayağı” anlamına gelir. Ayak, bir nesnenin üzerinde
durduğu şeydir. Kubadâbâd’daki büyük sarayda bir taht salonunun bulunduğu
bilinmektedir. O salondaki tahtın üzerinde durduğu ayak da Kubadâbâd’dır.
Dolayısıyla Kubadâbâd’ın bir pâyitaht olduğu söylenebilir.
Mehmet Demirtaş
Ankara, Ocak 2018
KAYNAKLAR
“Alanya.” Büyük Larousse-Sözlük ve Ansiklopedi.
Cilt 1. İstanbul: Milliyet Gazetecilik
A.Ş., 1986, s. 322.
Aydın, Bekir. Konya Tarihi ve Kültürü. Basılmamış
Mezuniyet Çalışması. Lefkoşa: Yakın Doğu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2001, s. 43-44.
Erdoğru, Mehmet Akif. Osmanlı
Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584). İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, 2006.
Eyüboğlu, Bilal. Dünden Bugüne Beyşehir. Konya, 1979.
İbn Bîbî. Selçuknâme. Çev. Mükremin Halil Yinanç.
İstanbul: KİTABEVİ, 2010.
Kesik, Muharrem. “Sâdeddin
Köpek”. İslâm Ansiklopedisi. Cilt 35.
İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2008, 392-393.
Konyalı, İ.
Hakkı. Âbideleri ve Kitâbeleriyle Beyşehir Tarihi. Erzurum: A. Ü.
Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, 1991.
“Kubadâbâd.” Büyük Larousse-Sözlük ve Ansiklopedi.
Cilt 14. İstanbul: Milliyet Gazetecilik
A.Ş., 1986, s. 7123.
Oral, Zeki. “Kubâd-âbâd
Nasıl Bulundu?” Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2/2 (1953), 171-194.
Uğurlu, Kâmil. “Kubâdâbâd Sarayı”. İslam Ansiklopedisi. Cilt 26. İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı, 2002, 299-300.
Taneri, Aydın.
"Müsameretü'l-Ahbar'ın Türkiye Selçukluları Devlet Teşkilatı Bakımından
Değeri". Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 4, sayı: 6, Ankara, 1966, ss.
127-171.
Turan, Osman. Selçuklular Zamanında Türkiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2016.